Saturday, February 23, 2008

Fethiye'den

Burada zaman daha da yavaş akıyor, dingin herşey, en büyük sorun bir sonraki öğün nerede ne yenecek :) İnsan yaşamın içindeki basit temel olaylara da bolca hak ettiği zamanı ayırabiliyor lafın özü burada.

Fethiye son yıllarda yoğun göç alıyor, göç paralelinde asırlık bahçeler ve domates seraları yerlerini iki üç katlı müstakil evlere bırakıyor hızla. Özellikle İngilizler parası karşılığı "işgal" etmiş gibiler buraları. Benim kısa vadeli karlılık peşinde köylüm sanki açlık, yokluk çekiyormuşcasına para derdinde ata toprağını veriyor mütahitlere, talep öyle güçlü ki bu bazısına liberal, serbest piyasa bana göre kontrolsüz ekonomik düzende, 50-60 milyara mal edilen evler birkaç ayda mantar gibi her yerden fırlıyor ve birkaç yüzbin İngiliz parasına satılığa çıkarılıyorlar, sanki ufak bir İngiliz sömürgesi, belediye duyuruları, sokak isimleri İngilizce de basılır olmuş.

Kimsenin dur diyeceği de yok zaten tüm ülke özelleştirildi malum, kasaya milyarlarca dolar giriyor dahası ne, yakında korkarım vizesiz ata toprağına benim para düşkünü insanım giremez olacak. Bare aldıkları parayı bir katma değere dönüştürebilseler, nerde, bir anda birkaç yüz bin pound gören ortalama vatandaş ya kumar ya fuhuş batağına kapılıp hem o parayı hem ailesini hızla tüketiyor, bir sürü ahlı vahlı hikaye ortalıkta, onun oğlu şöyle yapmış, bunun kocası böyle sapıtmış.

Ülkesinde iki ay toplasan güneş yüzü görmeyen, 50-60 m2 daireye bu paraları veren İngiliz, durumdan doğal olarak hayli memnun. Günümüz ılımlı emperyalizmi bu olmalı, parası ile değil mi kardeşim, kurbağaları yavaş yavaş pişirmek bu işte, ya bu "üç günlük ölümlü dünya" düşüncesi nasıl bu kadar içimize sinmiş umursamıyoruz hiç anlamıyorum.

Sadece 14 bini aşmış tapulu İngiliz de değil, özellikle Karadeniz ve Doğu Anadolu'dan ciddi göç söz konusu, sokaklar İstikal Caddesi renkliliğinde desem yalan olmaz. Hem mimari dokusu, hem konuşma biçimi, hem eğleniş ve yaşayış şekli hızla yok oluyor, senede bir hafta burada geçirme şansı olan biri bu kontrolsüz değişimi daha net gözlemleyebiliyor, buradakiler için ise bu kaçınılmaz bir "modern"leşme basitleştirildiğinde.

Dün doğuda kara harekatımız başladı, dünya üzerinde benim diyebileceğimiz başka vatan, ata toprağı yok, ne ironik bir yanda kanla, canla verilen kutsal bir mücadele diğer tarafta ise parayla kolayca satılan, yavaş yavaş yok olan asırlık kazanımlar, bir kültür. Çocukluğumun kabristan yanı İngilizlere postaları rahat ulaşsın diye 14. Cadde oluvermiş usulca. Babama sen bu toprağın sahibi değilsin geçici vekilisin diye öğretilmiş, bu kazanımları satmak, üretken toprağı taşlaştırmak, bu ne cüret, yarın çocuklarımız ata toprağında yabancı olacaklar, o zaman altındaki son model jip araban, ata toprağının yarısını vererek mütahite toprak karşılığı yaptırdığın yüzbinlerce İngiliz parası ile değer biçilen garip mimarili villan bakalım yetecek mi şu anki gibi sana. Aç mıydın, yokluk mu gördün, bu ne hırs, bu nasıl bir oyun, nası bir ihanet, anlayan bana da anlatsın ne olur..

Doğal güzelliklerinden, Fenerbahçe'den, buranın yerel insanının kıvrak esprilerinden bahsetmek istiyordum esasında ama Fethiye'nin değişimini üzerine yazmak ağır bastı bu sefer. Yine de birkaç resim seçtim son iki günümden, şimdilik onları sadece paylaşacağım uzakta kaldığım dostlarımla;

dag-cetesi.jpg

dag-cicekleri.jpg

cicekleri-dagin.jpg

yesil-mavi-kardesligi.jpg

mavi-yesil.jpg

ninja-tospa.jpg

prens-ile-sohbette.jpg

oh-papatya.jpg

No comments: