Tuesday, February 26, 2008

Ve tilki yine dönüp dolaşıp kürkçü dükkanına döner..

Sayılı gün geçti ve yine bir Fethiye tatilim bitti, söz uçar yazı kalır hesabı önceki yazdıklarıma bakındım, hep özlem, yine özleyeceğim tabi napalım, sağlıkla tekrar buluşalım..

Eskiden bugüne kalanlardan;

6 Şubat 2006 Fethiye tatil özeti

Ve geleceğe bırakmak için seçtiklerim;

tekno-mangal.jpg

pazar-yeri.jpg

odam.jpg

Fransizlar-calisdan-krom-somururuken.jpg

kahfaltida.jpg

hasan-dedemle.jpg

babam-ben-salih-abimmm.jpg
Abilerin kralı, Fethiye çukurunun Recep İvedik'i, sigortacılık ve zehir(tekel) sektörünün yerel dinamosu Salih Tombul'a sevgiler :)

baba-ogul-berberde.jpg
Günlükbaşı Berber'i Ramazan Yörük ve büyük oğlu Süleyman Yörük'e sevgiler :)

balik-bereketi.jpg

balik-keyfi.jpg

balimizi-da-aldik.jpg
Bknz. Fethiye'li balcı Cevdet Amcam

dedem-babam-babanem.jpg

evim.jpg

yuruyusde.jpg

Saturday, February 23, 2008

Fethiye'den

Burada zaman daha da yavaş akıyor, dingin herşey, en büyük sorun bir sonraki öğün nerede ne yenecek :) İnsan yaşamın içindeki basit temel olaylara da bolca hak ettiği zamanı ayırabiliyor lafın özü burada.

Fethiye son yıllarda yoğun göç alıyor, göç paralelinde asırlık bahçeler ve domates seraları yerlerini iki üç katlı müstakil evlere bırakıyor hızla. Özellikle İngilizler parası karşılığı "işgal" etmiş gibiler buraları. Benim kısa vadeli karlılık peşinde köylüm sanki açlık, yokluk çekiyormuşcasına para derdinde ata toprağını veriyor mütahitlere, talep öyle güçlü ki bu bazısına liberal, serbest piyasa bana göre kontrolsüz ekonomik düzende, 50-60 milyara mal edilen evler birkaç ayda mantar gibi her yerden fırlıyor ve birkaç yüzbin İngiliz parasına satılığa çıkarılıyorlar, sanki ufak bir İngiliz sömürgesi, belediye duyuruları, sokak isimleri İngilizce de basılır olmuş.

Kimsenin dur diyeceği de yok zaten tüm ülke özelleştirildi malum, kasaya milyarlarca dolar giriyor dahası ne, yakında korkarım vizesiz ata toprağına benim para düşkünü insanım giremez olacak. Bare aldıkları parayı bir katma değere dönüştürebilseler, nerde, bir anda birkaç yüz bin pound gören ortalama vatandaş ya kumar ya fuhuş batağına kapılıp hem o parayı hem ailesini hızla tüketiyor, bir sürü ahlı vahlı hikaye ortalıkta, onun oğlu şöyle yapmış, bunun kocası böyle sapıtmış.

Ülkesinde iki ay toplasan güneş yüzü görmeyen, 50-60 m2 daireye bu paraları veren İngiliz, durumdan doğal olarak hayli memnun. Günümüz ılımlı emperyalizmi bu olmalı, parası ile değil mi kardeşim, kurbağaları yavaş yavaş pişirmek bu işte, ya bu "üç günlük ölümlü dünya" düşüncesi nasıl bu kadar içimize sinmiş umursamıyoruz hiç anlamıyorum.

Sadece 14 bini aşmış tapulu İngiliz de değil, özellikle Karadeniz ve Doğu Anadolu'dan ciddi göç söz konusu, sokaklar İstikal Caddesi renkliliğinde desem yalan olmaz. Hem mimari dokusu, hem konuşma biçimi, hem eğleniş ve yaşayış şekli hızla yok oluyor, senede bir hafta burada geçirme şansı olan biri bu kontrolsüz değişimi daha net gözlemleyebiliyor, buradakiler için ise bu kaçınılmaz bir "modern"leşme basitleştirildiğinde.

Dün doğuda kara harekatımız başladı, dünya üzerinde benim diyebileceğimiz başka vatan, ata toprağı yok, ne ironik bir yanda kanla, canla verilen kutsal bir mücadele diğer tarafta ise parayla kolayca satılan, yavaş yavaş yok olan asırlık kazanımlar, bir kültür. Çocukluğumun kabristan yanı İngilizlere postaları rahat ulaşsın diye 14. Cadde oluvermiş usulca. Babama sen bu toprağın sahibi değilsin geçici vekilisin diye öğretilmiş, bu kazanımları satmak, üretken toprağı taşlaştırmak, bu ne cüret, yarın çocuklarımız ata toprağında yabancı olacaklar, o zaman altındaki son model jip araban, ata toprağının yarısını vererek mütahite toprak karşılığı yaptırdığın yüzbinlerce İngiliz parası ile değer biçilen garip mimarili villan bakalım yetecek mi şu anki gibi sana. Aç mıydın, yokluk mu gördün, bu ne hırs, bu nasıl bir oyun, nası bir ihanet, anlayan bana da anlatsın ne olur..

Doğal güzelliklerinden, Fenerbahçe'den, buranın yerel insanının kıvrak esprilerinden bahsetmek istiyordum esasında ama Fethiye'nin değişimini üzerine yazmak ağır bastı bu sefer. Yine de birkaç resim seçtim son iki günümden, şimdilik onları sadece paylaşacağım uzakta kaldığım dostlarımla;

dag-cetesi.jpg

dag-cicekleri.jpg

cicekleri-dagin.jpg

yesil-mavi-kardesligi.jpg

mavi-yesil.jpg

ninja-tospa.jpg

prens-ile-sohbette.jpg

oh-papatya.jpg

Wednesday, February 20, 2008

Yine Ayvalık'tan

Kar ortalıktan iyice kalktı, hava tam geç bahar zamanları gibi, fırsat bu fırsat dedem arabaya doldurdu bizi bu sabah, solugu Burhaniye'de aldık. Dedem maşallah 1928 doğumlu ama benden iyi araba kullanıyor, Ören, ardından Edremit akraba ziyaretleri derken su gibi geçti bir tam gün daha. Bol bol eski zamanları dinledim zevkle yine. Bazen ben neden geçmişi bu detayda hatırlayamıyorum, benim bellekdeki LRU algoritmasinda bir bocek mi var diyorum :)

Yolda yine hikaye ustune hikaye, aralarindan biri ilgincti aktarmaya karar verdim ben de, senelerdir gidip geliriz bir yatir var yolun uzerinde, bakimli, belli ziyaretcileri de oluyor sık sık. Dedem ona baktigimi gorunce basliyor anlatmaya, yillar once merak ediyor dedem eski dilde yazılı kabirin uzerindeki yazilari cevirtiyor, merak insan evladindan dilerim eksik kalmasin hic, tercumede cikan tarihler mubadele zamanlari oncesi ve bu civarda Rum yogunluklu bir nufus var. Bir gariban Rum genci yol yapiminda meger vefat etmiş, oracıkta defnetmişler esasinda. Nedendir çözemiyorum pek seviyoruz "putlaştırmayı" herşeyi..

Yarın önce İzmir ardından Fethiye yolcusuyum, sayılı gün çabuk geçiyor. İstanbul yalanında bir o yana, bir bu yana yaşam tüketmekle çok meşgulken, insan köklü bir Anadolu toprağına ve ailesinin yaşlılarının yaşamdaki sınırlı anlarının değerini ne kolay unutuyor. Arada bedeli karşılığı verdiğimiz geri dönüşü olmayan yaşamımızdan güç bela bir izin alıp özüyle yıkanarak hızla arınması ise insanın yalandan, mucize gibi. Ben çok şanslıyım, ana toprağından şimdi de baba toprağına gidiyorum, iki farklı kültüre ayrı ayrı bu kadar samimi bağlı ve ait hissetirilmek, hissetmek bu yalan dünyadaki en kıymetlim benim.

Not: Dedem'e de bir ağ kütüğü inşaatına girişdik bakalım :)
http://mesutduran1928.blogspot.com/

Monday, February 18, 2008

Ayvalık'tan

Bugün 31 yılı geride bırakıp 32. yaşıma girdim. 7 saatlik bir İstanbul-Ayvalık parkurunu 17 saatte tamamlayarak ananem ve dedeme dün akşam kavuştum. Susurluk civarında bir dağda ~6 saat mahsur kaldık, ama Kamil Koç'un muthiş bir aracı vardı reklamını yapmadan geçemeyeceğim, devamlı kablosuz internet bağlantısı olan, cep telefonu yasağı olmayan ve her sırada 3 geniş koltuk olan çok rahat bir otobüs, indiğimde 17 saatlik yoldan değilde eğlenceden gelmiş gibiydim ananemin deyimiyle :)

Ayvalık'ta doğduğum bugüne günlük güneşlik uyandım. Lafta ağa bağlanamayacaktım di mi, önce Kamil Koç şimdi de dedem bana süpriz yaptılar, dedem de eve bilgisayar almış, kablosuz modem de var oh, benim tüm hayaller suya düştü kısacası :)

Ananemin sarma dolmalarını lüp ettikten sonra bir uyumuşum dün akşam ki anlatamam, NBA all-star maçına bile kalkamadım ya. Sabah önce dört dörtlük bir Ege kahfaltısı bizimkilerle, akabinde yürüyerek dedemle Ayvalık merkeze gittik. Yolda sohbet üzerine sohbet, dedem maşallah ayaklı tarih ansiklopedisi, dinlerken mest oluyorum. Tipik Ege, Rum mimarisi bize eşlik ediyor fonda; dar sokaklar, az katlı dar ama yüksek tavanlı, taştan evler. Görüntüyü bozan birkaç yeni apartman yok değil, nasıl izin aldılar bunlar inanamıyorum, ama nispeten sayıları az henüz.

Konudaki zaman 60 ihtilali hemen sonrası, dedem benim yaşlarımda imiş, İstanbul'a yeni gelmişler Beşiktaş'ta oto elektrikçilik yapıyor, tüm ailesinin sorumluluğu onun sırtında ve annem de yeni doğmuş. Kuruçeşme civarı(inanamayacaksınız buna) İstanbul'a kömürün dağıldığı yer o vakitlerde, birçok kamyon var orada ve dedeme de doğal olarak bolca iş :)

Gider gelirken gözü pekliği ve ustalığı ile dedem nam salmış, hikayenin en ilginc kısmı ise, o dönem yeni Dodge kamyonlar gelmeye başlamış İstanbul'a ve araçlarda kronik bir imalat sorunu nedeni ile ciddi problem olmuş herkese. Dedemin esasında biraz geçmişinden de bahsetmek gerek bundan sonra anlatılanlara şaşmamak için :)

Dedem, Mesut Duran, Yugoslav göçmeni bir ailenin büyük erkek çocuğu, Balıkkesir Burhaniye'ye göçüyor aile birinci dünya savaşı öncesi, dedemin babası yörede ünlü bir Kurtuluş Savaşı gazisi, dedemi yokluktan küçük yaşta okuması için askeri okula vermişler. Dedem ailesinden uzakta büyümüş, okulunda da çok başarılı olmuş. Beni hep yaşam disiplini ve kendine güveni ile etkilemiş, örnek olmuştur dedem.

Hikayeye devam edelim, dedem akşamları oturup Dodge kitapçıklarını inceliyor, sorunların üzerinde çalşıyor ve bir çözüm geliştiriyor ve başarıyla uyguluyor. Durumu bir şema çizip anlatıyor dedem, bir arkadaşının yardımı ile İngilizce bir mektup yazıp İngiltereye genel merkeze gönderiyorlar. Kısa sürede Dodge'dan dedeme bir teşekkür cevabı ve ülkeye davetiye geliyor. Dedem ailesini bırakıp gidememiş o dönem, durumunu geri yazınca dedeme büyük bir alet çantası göndermişler teşekkür olarak. O çanta ile dedem zamanının çok önünde sorun teşhisi yapabilmiş uzunca zaman, ünü almış yürümüş doğal olarak.

Bu hikayeyi kol kola dedemden dinlerken, yaşıt olmamız paralelinde, Dodge ve Oracle, hediye alet çantası ve ACE ödülüm gibi komik paralellikler kuruyorum, yaş 32 ama çocuk aklı aynen devam işte :)

Dedem ekonomik kaygılarını çözdüğünde çok küçükten itibaren çok isteyip bir türlü başlayamadığı müzik eğitimine ve akabinde dernekçiliğe Beşiktaş'ta devam etmiş. Günümüzde hem Ayvalık hem de Beşiktaş Türk Sanat Müziği Dernekleri'nden yetişmiş birçok kişi dedemin öğrencisi. Burada dedem çok seviliyor, Ayvalık'daki Dernek dedemin şefliğinde sık sık konserler düzenleyerek toplanan para ile şehire sağlık ve eğitim alanlarında önemli katkı yapıyor. Ayrıca 5-10 yaş grubu çocuklara ücretsiz keman dersi veriyor son senelerde dedem, keman cidden zor bir alet, eğitim teknikleri müthiş senelerin tecrübesi, bu çocukların konserlerde topluca kemanlarını çaldıkları an, sabırla devam edilen özverili çalışmaların sıcak bir gülümsemeye dönüştüğü an.

Gezerken merkezdeki kilisenin camiye çevrildiğini de farkettim, Aya Sofya benzeri bir durum, burada karşılıklı zorunlu göç nedeniyle zaten yaşayan Rum halkı kalmamış gibi, doğasını bozmadan bu çevrilme gerçekleşse de bana Türk'lerin gizli bir kuralı sanki vardı ve bu bazı bazı unutuldu gibi geliyor. Biz tarihi eserlere, ibadethanelere zarar vermemesi ile tarih kitaplarinda kendi tarihi ile ovunen bir millet degil miydik?

Eve döndüğümüzde yine ananemin müthiş yemekleri bizi bekliyordu, bir doğum günü daha nasıl güzel geçebilir bilmiyorum. Birçok dostum da aradı, ileti gönderdi bugün, sağolsunlar, güneşli bir Ayvalık gününden ben de birkaç resim ve sıcak selamlarımı gönderiyorum sizlere;

dedem-ayvalik-merkezde.jpg

dedem-konser-ilan.jpg

ananemin-pasta-sovu.jpg

ayvalik-kiliseden-camiye.jpg

Not: Teoman'ın yeni albumündeki İrem Candar ile yaptığı düete hasta oldum, zaten şarkı bir acayip, albümü şiddetle tavsiye ediyorum :)

Friday, February 15, 2008

Tonguç şu ara servis dışı

uzun süredir bir koşuşturmacadir gidiyor, biraz da kendi iyiligim icin istedigim birseydi bu kosusturmaca, ama ne kendimle ne ailemle hiç ilgilenemedim aylardir, işti kahindi derken aylar geldi geçti.

ama şimdi dinlenme zamanı geldi catti, tatile gidiyorum hem de tam 12 gün :) ailemle, ozellikle yaslilarimizla bol bol vakit geçirecegim, okumak istediğim birkac kitabı okuyup, izlemeyi erteledigim birkac filmi de izleyebileceğim umarım.

önemli bir değişiklik ise bu tatile ~12 senelik OLTP ci olarak gidip yep yeni bir OLAP ci olarak donecegim :) donuste iste takim degistiriyorum, heyecanliyim, bu degisiklik istedigim birseymis megerse. hersey daha guzel olacak umarim, esasinda kahinde tonlarca veri daha ne isterki Tonguç di mi, ama yasayip gorecegiz bakalim.

yarin bogazicinde benim icin cok onemli bir gun yasanacak, 2002 yilindan beri tcellde yazlari staj calismalarima katilan cok degerli bir grup arkadasimla birlikte ogrencilere ucretsiz bir seminer verecegiz. seminerin hemen akabinde bu sehri ve tum elektronik ortamlari geride birakip topragima gidecegim.

ve bu tatilde bir yil daha yaslanacagim, umarim yeni yasimda da simdiye kadar ki tum tatillerimde oldugu gibi yine geride biraktiklarimi ozleyerek donerim.

Friday, February 08, 2008

"Neden Oracle? (10g Release 2)" ücretsiz semineri detay bilgileri

Ozellikle veritabani teknolojilerine ilgili, merakli(nesneye degil veriye yonelen diyelim:) ogrenci arkadaslarimizi bu seminere bekliyoruz.

Katilim kaydi icin - http://www.tbdgenc.org/index.php?page=activityjoin&lang=tr&id=27

Icerik hakkinda -

Konu : Neden Oracle? (10g Release 2)
Boğaziçi Üniversitesi, Güney Kampus, Natuk Birkan Binası, İbrahim Bodur Salonu
16 Şubat Cumartesi
Tbdgenc uyelerine ücretsiz

11:00 - 11:50 / H.Tonguç Yılmaz - Giriş & Kısım 1; Oracle Database Concepts
Locking, Concurrency and Multi-Versioning Concepts, NULL value with Oracle
http://tinyurl.com/2zehss

12:00 - 12:50 / Ertürk Diriksoy - Kısım 2; Oracle Database Application Tuning Options
Materialized Views, Bitmap Indexes, Clusters
http://tinyurl.com/2cu5su

13:00 - 13:50 / Özgür Macit - Kısım 3; Oracle Database Advanced SQL Options
Analytic functions, Hierarchical Queries, Model Clause, Regular Expressions
http://tinyurl.com/2cfjed

14:00 - 14:50 / Ersin Ünkar - Kısım 4; Oracle Database Options
Flashback, Cost Based Query Optimizer
http://tinyurl.com/3d2bsz

15:00 - 15:50 / Hüsnü Şensoy - Kısım 5; Oracle Database Backup&Recovery Options
Recovery Manager(RMAN), Flash Recovery Area(FRA), Automatic Storage Management(ASM)
http://tinyurl.com/2m6z3o

16:00 - 17:00 / Ogün Heper - Kısım 6; Oracle Database High Availability Options & Kapanış
Real Application Clusters(RAC), Data Guard
http://tinyurl.com/2bublx

Afis icin -
http://tonguc.yilmaz.googlepages.com/bogazici_neden_oracle_semineri.htm

Monday, February 04, 2008

Herr Mannelig by Haggard

- From Wikipedia, the free encyclopedia -

Herr Mannelig(or: Herr Mannerlig) is a medieval Swedish ballad that tells the story of a desperate mountain troll who wishes to become human.

The troll believes that by marrying Sir Mannelig(Herr Mannelig) she would become a human.

She showers him with gifts but he perpetually refuses her, especially considering her lack of Christianity.

Though there are many different melodies and lyrics that have been adopted and attributed to this title over the course of time, this is the main story that most versions revolve about.

The ballad has recently been performed and recorded by the following artists: In Extremo, Garmarna, Haggard, Hedningarna, Psalteria, Seth & Satarial, Wolfenmond, Chur, Galtagaldr.

Herr Mannelig by Haggard
http://www.youtube.com/watch?v=1Hdgb53QVaY