Monday, November 03, 2008

Zamanla çoğalan yokluklarımız

George Carlin Amerika'da 70 ve 80 li yılların bir komedyeni idi. Biraz ağzı bozuk olarak bilinirdi. 11 Eylül den (9-11) ve karısının ölümünden sonra şunları yazmış.

"Tarih içinde zamanımızın paradoksunu şöyle sıralayabiliriz :

Daha yüksek binalarımız, ama daha kısa sabrımız var; daha geniş oto yollarımız, ama daha dar bakış açılarımız var.

Daha çok harcıyoruz, ama daha az şeye sahibiz; daha fazla satın alıyoruz, ama daha az hoşnut kalıyoruz.

Daha büyük evlerimiz, ama daha küçük ailelerimiz; daha çok ev gereçleri, ama daha az zamanımız var. Daha çok eğitimimiz, ama daha az sağduyumuz; daha fazla bilgimiz, ama daha az bilgeliğimiz var. Daha çok uzmanımız, ama yine de daha çok sorunumuz; daha çok ilacımız, ama daha az sağlığımız var.

Çok fazla alkol ve sigara tüketiyoruz, çok savurganca para harcıyoruz, çok az gülüyoruz, çok hızlı araba kullanıyor, çok çabuk kızıyoruz, çok geç saatlere kadar oturuyor, çok yorgun kalkıyoruz, çok az okuyor çok fazla TV izliyoruz ve çok ender şükrediyoruz. Mal varlıklarımızı çoğalttık, ama değerlerimizi azalttık. Çok konuşuyoruz, çok az seviyoruz ve çok sık nefret ediyoruz.

Geçimimizi sağlamayı öğrendik, ama yaşam kurmayı öğrenemedik. Yaşamımıza yıllar kattık, ama yıllara yaşam katamadık.

Aya gidip gelmeyi öğrendik, ama yeni komşumuzla karşılaşmak için caddenin karşısına geçmekte sorunumuz var. Dış Uzayı fethettik, ama iç dünyamızı edemedik.

Daha büyük işler yaptık, ama daha iyi işler yapamadık.

Havayı temizledik, ama ruhumuzu kirlettik. Atoma hükmettik, ama önyargılarımıza edemedik.
Daha çok yazıyoruz, ama daha az öğreniyoruz.
Daha çok plan yapıyoruz, daha az sonuca varıyoruz.

Koşuşmayı öğrendik, ama beklemeyi öğrenemedik. Daha fazla bilgiyi depolamak, her zamankinden daha çok kopya çıkarmak için daha çok bilgisayarlar yapıyoruz, ama git gide daha az iletişim kuruyoruz.

Zaman artık, hızlı hazırlanan ve yavaş sindirilen yiyeceklerin; büyük adamlar ve küçük karakterlerin; yüksek kârlar ve sığ ilişkilerin zamanıdır.

Günümüz artık, iki maaşın girdiği ama boşanmaların daha çok olduğu, daha süslü evler, ama dağılmış yuvaların olduğu günlerdir. Bu günler, hızlı seyahatler, kullanılıp atılan çocuk bezleri, yok edilen ahlakî değerler, bir gecelik ilişkiler, obez bedenler ve neşelendirmekten sakinleştirmeye hatta öldürmeye kadar her şeyi yapabilen hapların olduğu günlerdir. Vitrinlerde her şeyin sergilendiği, ama depolarda hiçbir şeyin olmadığı bir zamandayız.

Yaşam, aldığımız nefes sayısıyla değil, nefesimizi kesen anların sayısıyla ölçülür."

Saturday, November 01, 2008

Atatürk'ü yıpratmamak..

Genç kızların gönlünde romantik yazıları ile taht kuran sayın Dündar'ın hazırladığı belgesel Mustafa, Türk milletinin sahip olduğu en değerli varlığı, Ata'sının özel yaşamına hiç kimsenin girmediği kadar giriyormuş.

Reklamın iyisi kötüsü olmuyor günümüz dünyasında, eminim yukardaki cümleyi okuyanlar, geçen hafta boyu sanal alemde her kanaldan devam eden tartışmalardan etkilenenler ve sonuçta sadece boş bir meraktan birçok kişi bu belgeseli sinemalarda izleyecek. Ben de bilgilenmek için izleyeceğim, ama sinemada para vermeyeceğim.

Bu örnek olaydan benim çıkarımım ise şu oldu: Türkiye'de malum medya kartelinin kendi çıkarları paralelinde yaptığı yayınları aman karar verirken yeterli görme, inanma, hemen gaza gelme, sorgula, farklı açıları da mutlaka değerlendir.

Ciliv'in açıklaması

Sermaye savaşları

ATATÜRK VE TÜRK DEVRİMİ ÜZERİNE "GELİŞİGÜZEL" YAYIN YAPILMALI MI?
Prof. Dr. Özer Ozankaya

Can Dündar'a ve yaptığı 'Mustafa' filmine doğru tanı konulmuştur: "Pek
üstünde durulmadan (çaktırmadan) Atamızın gece hayatını, içkiyi seven, din
karşıtı, demokrasi demesine rağmen en yakın dostarını bile ipe
gönderebilecek bir diktatör olduğu ima ediliyor."

Can Dündar, "Sarı Zeybek" filmine de, daha ilk tümcesinde "Koca bir
imparatorluğu yıkan adam .." diyerek, yani gerçekte "övgü altında yergi"
yaparak başlamıştı. Sanki Osmanlı devletini Atatürk yıkmış gibi gerçeklere
taban tabana zıt olan, ama Atatürk'ün gerçekleştirdiği Türk demokrasi
devrimine düşman iç ve dış sömürgenlerden aferin almasını sağlayacak
bir imada bulunmuştu.

Yeni filmi için kendisinin "Belgeselde, toprağını kaybetmiş ve bunun derin
acısını yaşayan, kendisine yeni bir yurt kurmaya çalışan, nitekim bu konuda
başarılı olan bir çocuğun öyküsü" diyen sözlerini, Misak-ı Milli'yi,
sosyolojik, tarihsel, kültürel temelleri olan bir "Türk yurdu" değil de,
'Selanik'in yitirilmesine karşı yapay olarak oluşturulan bir yurt' gibi
sunmaya yönelik, gerçekleri tepe-takla eden, ama bunu da yine ürkekçe
yapan bir çaba sayabiliriz.

Bu yaklaşımla Atatük filmleri hazırlayıp yayınlamak, gerçekten büyük
sorumsuzluk sayılmalıdır: Tarihe karşı, Türk ulusuna karşı ve yalnız Türk
ulusunun değil, tüm insanlığın övünç kaynağı bir büyük düşünür-öndere karşı
sorumsuzluk.

"Suret-i haktan görünüp", gerçek dışı, yanıltıcı, demokrasi düşmanlarından
"aferin" almaya yönelik yayın yapılması, düşünce ve yayın özgürlüğünün
kötüye-kullanılması olarak görülmelidir.

Atatürk üzerine ve genel olarak Türkiye Cumhuriyetinin Türk Devrimiyle
oluşan temel ilke ve kurumları üzerine yapılan yayınlar, Atatürk'ün "Basın
ve yayın özgürlüğü" konusundaki uyarıları eşliğinde değerlendirilmelidir.
Bu uyarıları benim burada belirtmeme olanak yok.

Atatürk'ün günümüz Türkçesine aktardığım "YURTTAŞ İÇİN MEDENİ BİLGİLER"
kitabının (CEM YAYINLARI) "ÖZGÜRLÜKLER" bölümüne bakılırsa, genellikle basın
ve yayın araçlarının bugün içine düşmüş olduğu düzeyin etkenlerini ve
bunlara karşı nasıl önlemler alınmak gerektiği bu uyarılardan
çıkarılabilir.

Bir yanda, dünyanın dört kıtasından birçok tanınmış bilim, sanat,
siyaset ve askerlik şahsiyetinin, 21. yüzyıla girerken, oy birliği ile
Atatürk'ün tüm insanlık için kalıcı katkılarını dile getirmekten onur
duyması (Bknz: DÜNYA DÜŞÜNÜRLERİ GÖZÜYLE ATATÜRK VE CUMHURİYETİ; T.İş
Bankası Yayını)...

Bir yanda Can Dündar ve O'nun gibi yayınlar yapanların tutumu...
Ne diyelim, "YERE düşmekle cevher sâkıt olmaz kadr ü kıymetten"...

Prof. Dr. Özer Ozankaya